Haber

Avrupa’nın Kalbinde Bir Soykırım Srebrenica ve Barış Mart Marşı Mira!..

Srebrenitsa soykırımının üzerinden 28 yıl geçti. Dünyanın tanık olduğu en büyük soykırımlardan biri olan Srebrenitsa Soykırımı’nın yıl dönümünde barış adına düzenlenen Mart Mira 2023 yürüyüşüne katılmak için soluğu Bosna Hersek’te aldım.

Marş Mira deneyimimi ve Marş Mira Türkiye Grup Başkanı Tahir Caner BEŞOK ile yaptığım röportajı ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum.

Orada yaşadıklarımızı anlamanız için mutlaka bunu yaşamanız gerekiyor. Okuduktan sonra 2024 yürüyüşüne katılmayı düşünürseniz benimle iletişime geçebilirsiniz, seve seve gerekli yönlendirmeleri yapıp edindiğim tecrübelerle yardımcı olmaya çalışırım.

ÖLÜME KARŞI BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ! YILDIZ MUCİZESİ…

Mart Mira1995 Srebrenitsa soykırımı kurbanlarının anısına, Bosna Hersek’te her yıl ikiyüzlü modern barbarlara; soykırıma göz yuman, kulak tıkayan, dilsiz kalan herkese karşı sessizliğiyle haykıran bir barış yürüyüşü bu. Yürüyüş, her yıl binlerce Boşnak ve yabancı katılımcıyı bir araya getiriyor. İlk yürüyüş 2005 yılında soykırımın onuncu yıldönümünü anmak için düzenlendi. Üç gün süren yürüyüş, katılımcıların Srebrenica Soykırımı Anıt Mezarlığı’nın bulunduğu Potocari köyüne ulaşmasıyla son buluyor. Katılımcılar, bir önceki yılın kurbanları için düzenlenen toplu cenaze ve anma töreninden bir gün önce anıt mezara gelerek yürüyüşü tamamlıyor. Her yıl Srebrenitsa soykırımı kurbanlarına ulaşılıyor ve yeni cenazeler toprağa veriliyor.

2005 yılından bu yana düzenlenen yürüyüş, Temmuz 1995’te Srebrenica’nın düşüşünden sağ kurtulan ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti Ordusu’nun kontrolündeki bölgeye ulaşmaya çalışan Boşnakların öldürülmesini anıyor. Barış Yürüyüşü uluslararası bir program haline geldi ve dünyanın her yerinden pek çok insan buna katılıyor. 2015 yılında gerçekleşen 20. yılında yaklaşık 10.000 kişinin katıldığı söyleniyor.

Yürümek; Ölümüne giden yol ise tam tersine Srebrenica barışını temsil eden Nezuk köyünden başlıyor. Bu programa yürüyerek katılanların yanı sıra; Bisiklet, motosiklet maraton katılımcıları, dağcılık yapan profesyonel veya amatör dağcılar da buna güveniyor.

MARŞ MİRA 2023 DENEYİMLERİM

Bu yıl uzun zamandır katılmayı planladığım Marş Mira için araştırma yaparken, başta İstanbul olmak üzere katılmak isteyenlere büyük kolaylık ve rehberlik sağlayan Marş Mira Türkiye ekip lideri Caner Bey ile tanıştım. Yürüyüş sırasında Türkiye’yi geliştirebilecek ve geliştirebilecek tüm detaylar vardı.

Mart Mira yürüyüşüne katılmaya karar vermiştim ama nasıl olacağı ve nelerle karşılaşacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bunun üzerine Caner Bey ile telefonda yaptığımız görüşmede 2014 yılından beri her yıl katıldıkları için yürüyüş boyunca Türkiye’den gelen katılımcılara isteyerek önemli kolaylıklar sağladıklarını öğrendim. (Bu bölümü detaylı olarak aşağıda Caner Bey ile yaptığımız röportajda okuyabilirsiniz.)

Büyük ve buruk bir heyecanla 6 Temmuz’da Bosna Hersek’te olmak için programımı yaptım. Günün akşamında Caner Bey ve gönüllü destekçilerinden oluşan ekibiyle tarihi Morica Han’da bir araya gelerek yürüyüş hakkında detaylı bilgi, öneri ve tavsiyeler aldık ve Türkiye’nin çeşitli illerinden katılımcı arkadaşlarımızla buluştuk.

Program, 07 Temmuz sabahı Nezuk köyündeki kamp alanına vardığımızda Marş Mira Türkiye katılımcılarının katkılarıyla satın alınan ve araçlarla buraya taşınan paketlerdeki hediyelerin hazırlanmasıyla başlayacaktı. Türkiye’den kg paylaşımı. O gece çadırda kalıp, 08 Temmuz günü saat 05:30’da kahvaltı yaptıktan sonra, yürüyüşün ilk etabı için yola çıkacağımız haberini aldım ve o akşam Osmanlı kokan Başçarşı’da kısa bir süre kaldım. Başçarşı’da kendimi tarihin sayfalarında bir yolculuğa çıkmış gibi hissettim. Vaktim kısıtlı olduğu için Bosna’yı ziyaret etme şansım olmadı ama Balkan gezisi yapmak adına tekrar gitmeyi planladığımı belirtmeliyim. Başçarşı’da geç saatlere kadar keyifli bir yolculuk yaptıktan sonra bir gecelik rezervasyon yaptırdığımız Ilıca bölgesindeki otelimize geçtik ve heyecanla sabahı beklemeye başladık. Bu arada oda arkadaşımla tanışma fırsatım oldu. Adaşım Aynur Özdemir Ankara’dan gelmişti. Sohbet ederken sabah alarmının sesiyle ne zaman uykuya daldığımızı hatırlamadan hızla yola çıkmaya hazırlandık.

Marş Mira Türkiye’nin bir diğer kolaylaştırıcı hizmeti ise bu kümede tanışan ve birbirini tanımayan katılımcılar için Caner Bey ve ekibi tarafından 2 adet otobüs kiralanması ile tüm eşyaların buralarda kalacağımız kamp alanlarına gitmesi oldu. yürüyüş sırasında otobüsler. Bu sayede günde yaklaşık 30 km yürüdüğümüz yol boyunca çadırlarımızı ve kişisel eşyalarımızı taşımak zorunda kalmayacağız; Mobilyasız çok rahat, konforlu bir yürüyüş yapmış olurduk. Tüm masraflar katılımcılar arasında eşit olarak paylaştırıldığı için çok uygun bir fiyata rahat bir yürüyüş yapacaktık.

Tüm arkadaşlarımızın toplanma alanına gelmesiyle yola çıktık. Yaklaşık 4,5 saat süren uzun bir araç yolculuğunun ardından yürüyüşümüzün başlangıç ​​noktası olan Nezuk köyüne geldik. Kaldığımız kamp yeri köylülerden birinin bahçesi olduğu için ana kamp alanına göre daha rahat ve samimiydi. Bu konuda iyi bir seçim yapan ekip, her yıl şartları iyileştirdiklerini ifade etti. Akşamları sıcak su, çay, sıcak yemek, tuvalet kullanım kolaylığı gibi birçok imkanımız oldu. Ana kamp alanları ile kıyasladığımızda 5 yıldızlı otel konforunda bir bölgede olduğumuzu söyleyebilirim.

Çadır kurma, yerleşme ve kısa bir dinlenmenin ardından hediye paketleri hazırlamak için bir merkeze geldik. Heyecanla, özveriyle, içtenlikle ve keyifle hediye paketleri oluşturduk. Caner Bey bu hediyelerin Türkiye’den beklendiğini ve mutlaka almamız gerektiğini defalarca dile getirdi. Hazırlanırken heyecanla hazırlanıyorduk ama bekleme kısmını tam da yollarda, köylerde bizi bekleyen çocuklarla yüz yüze gelince gördük ve anladık; çünkü bu ekip 2014 yılından bu yana her gelişinde kız ve erkek çocuklar için başka tatlı paketleri hazırlıyor ve köylerde onları karşılayan çocuklara hediye ediyor. Yürüyüş yolu boyunca bunu sadece Türk grubunun yaptığını ve bu nedenle çocukların Türkleri daha büyük bir özlem ve sevgiyle beklediğini ve karşıladığını gördük. Evet, gerçekten buraya gelecekseniz mutlaka yanınızda ikramlar olmalı.

Geceyi bu kamp alanında geçirdikten sonra sabah 05:30’da yürüyüş yapmak için kalkıp çadırlarımızı topladık, hazırlıklarımızı yaptık ve kamp alanına yakın bir tören alanına doğru yola çıktık. Programı düzenleyenler, yetkililer, soykırımda yakınlarını kaybeden aileler kısa konuşmalar yaptı. Yürüyüş, Bosna Marşı’nın okunmasının ardından oluşturulan kortej ile başladı. Kortejin başında tecavüz sonucu dünyaya gelen ve Çocuk Esirgeme Kurumlarında büyüyen, aileleri tarafından kabul edilmedikleri için kimliklerini gizli tutan gençler vardı. (Mart Mira yürüyüşünün hakkını vermek için bu gençleri kortejde durdurmanın saygısızlık olacağını, yürüyüşün sadece trekking yürüyüşünden ibaret olacağını söyleyen birçok Boşnak ile karşılaştık. Mart Mira ruhuyla.) Onların ardından Srebrenica gazileri, aileleri, akrabaları ve arkadaşları. Ardından dünyanın birçok ülkesinden katılımcılarla oluşturduğumuz uzun bir kortej ile yürüyüşe başladık. 1. gün yaklaşık 30 km’lik yolculuğu çok kısa molalarla tamamlayarak saat 18.00 sıralarında kalacağımız Liplje’ye ulaştık.

Bu kamp alanı, kampımızda geniş ve çok rahattı. Yürümekten yorulmuştuk ve hava sıcaklığının da etkisiyle aşırı derecede yorulmuştuk. Kolay bir yürüyüş olduğunu asla söylemeyeceğim ama yapılması gereken bir şey olduğunu söyleyebilirim. Tüm yorgunluğa rağmen hepimizin yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Kendi imkânlarımızla güçlenerek yolumuza göz kulak olan kardeşlerimizin yanında yürürken tatlı bir yorgunluk ve huzur vardı. Ama bir yandan da üzüldük; çünkü yol boyunca her yıl birçok yabancı resmi kurum ve kuruluşun yemek ve sağlık hizmeti vermek üzere burada yer aldığını ve Türkiye’nin resmi kurum ve kuruluşlarının stantlarını burada görememek üzücü. Yol boyunca Türk olduğumuzu görüp kucaklaşan kardeşlerimiz bizi burada bir bütün olarak görmek istediklerini söylediler.

Gösteriş için değil, bizi yanlarında hissetmek istediler. Molalarda uzatılan suyu bir Amerikan işletmesinden almak yerine bizden almayı tercih edeceklerini söylediler. Yürüyüş boyunca verilen tüm molalarda biz de bire bir pay sahibi olduk, “Keşke molalarımızı bayrağımızın dalgalandığı stantlarımızda, kurum ve kuruluşlarımızda verebilsek” diye düşündük ve dedik.

Yorulduğumuz için hızlıca dinlendik, gerekli desteği aldık ve daha zorlu parkur için hazırlanmaya başladık. Sabah çok erken kalktık, kurduğumuz çadırları topladık, kişisel eşyalarımız ile birlikte grubun düzenlediği araçlara teslim ettik ve mükemmel grubun hazırladığı harika kahvaltının ardından yola koyulduk.

Bugün parkur hem daha zor hem de daha uzundu ve hava çok daha sıcaktı. 1. gün yürüyüp 2. gün devam edemediği için yandaki konaklama alanına arabayla giden arkadaşlarımız da oldu.

İkinci gün Aynur yoldaşımın taşıdığı Türk bayrağını gören herkesin durup fotoğraf çektirmesi, bayrağımızı sallaması, sarılışımız ve sarılırken ağlamamız çok duygulu anlar yaşadık. Yine yolda gördüğümüz çocuklara hediyelerimizi takdim ettik ve yüzlerindeki kocaman gülümsemeye tanık olduk. Holokost’ta ailelerini kaybeden kardeşlerimizin birbirlerine sarılıp ağlayarak şahit olduk ve hem fiziksel, hem zihinsel hem de duygusal olarak çok yorgun olduğumuz bir günü tamamlamak için büyük çaba sarf ettik. Yol uzun, her yönden yorucuydu ve hava çok sıcaktı. Öyle ki bu yolun hiç bitmeyeceğini düşündüğümüzde bir orta yol vardı ama günün sonunda o yol bitti ve bittiğinde yaşadığımız yorgunluğun izi kalmadı.

2. gün “Bitirmeye kaç kilometre kaldı?” Yavaş yavaş bir şey söylememeyi öğreniyorduk çünkü Allah’ın kilometreyi doğru söyleyebilecek tek bir kuluna bile rastlamamıştık. 3 km dediklerinde 6 km, 10 km dediklerinde 20 km yürüdüğümüzü defalarca deneyimledik ve anladık ki bu yolculukta moralimiz bozulmasın diye “kaç kilometre kaldı?” Sormamalıydık çünkü farklı söylenen tüm km hesapları hiç tutmadığı için güya hatta çok daha uzun sürüyordu. Nihayet ikinci günün yoğun parkurunu tamamlayarak Mravinci bölgesindeki kamp alanımıza ulaştık.

Kamp alanındaki arkadaşlarımızın sağlık şikayetleri vardı. Hepsinde ayak ağrısı ve yaralanmaları, ayak bileği burkulmaları, parmaklarda su toplanması gibi ufak hasarlar meydana gelir; Hiçbir sorunum olmamasına rağmen birdenbire cildimde baş dönmesi, mide bulantısı, kızarıklık ve kaşıntı hissetmeye başladım. Sağlık şikayeti olanların sayısı artınca Caner Bey araçla sağlık çadırına gitmemiz için plan yaptı. 15 kişi ile Kızılhaç sağlık çadırına gittiğimizde uzun kuyruklar olduğunu gördük. Gün içinde sahada buluşup, birlikte gezdiğimiz, sohbet ettiğimiz El Ele Verme Derneği’nin Kızılhaç ile sağlık desteği verdiğini biliyorduk.

Türk gönüllü ekibini bulduğumuzda 15 kişiden sağlık sorunları olduğunu ve kuyruğun uzun olduğunu belirterek yardımlarını istedik. Kızılhaç için çalıştıklarını, Kızılhaç izin verirse kendileri için sorun olmayacağını, dinlenme molalarında bize destek olabileceklerini belirttiler. Kümede görevli sağlıkçı arkadaşımız Kızılhaç Koordinatörü ile görüşüp gerekli izni alınca 15 kişiyi başka bir sıraya koyduk ve Türk ekibine sadece biz kendi ekip ve ekipmanlarımızla destek olduk. 15 kişiden birçoğu ayaklarım bandajlıyken güneş çarpması nedeniyle baş dönmesi ve mide bulantısı yaşadığımı, susuz kaldığımı, soda veya maden suyu içmem gerektiğini söylediler. İlaç ve iğne yaptıktan sonra kolumdaki ve elimdeki ikinci derece yanıklara krem ​​sürdüler. Tedavilerimizden sonra kendimize bakıp gülüyorduk. Bize tüm samimiyetleriyle yardımcı olan bu istekli gruba hayranlığımızı ve şükranlarımızı sunarak kamp yerimize gittik.

Marş Mira Türkiye’nin organize ettiği bu kamp alanında birbirini tanımayan tüm arkadaşlar için, birbirlerinin sağlığını sormak, yardımlaşmak ve geçmiş yıllarda katılmış kişilerin deneyimlerini paylaşmak son derece değerli ve keyifliydi. Birbirini tanımayan 100 kişi kim kim olursa olsun yardım için seferber oluyordu. Bu kardeşlik ve dayanışma örneğini gördüğümüzde ne kadar güzel bir millet olduğumuzu bir kez daha görmüş olduk. Geceleri yeterli bir dinlenme gerekliydi; çünkü yarın yürüyüşün en sıkıntılı günü olacağı söylendi.

Yürüyüşün son günü için sabah erkenden kalktık. Çadırlarımızı tekrar topladık, yerleşimcilerimize teşekkürlerimizi ilettik ve eşyalarımızı araçlara teslim ettik. Birçok dağa, zirveye, yokuşa tırmandık. Bazı noktalarda tırmanış ve iniş yapabilmek için takviyeli halatlı yolları geçmek zorunda kaldık. Öyle zorlu parkurlardan geçtik ki, ne kadar tırmanacağımızı bilmeden yolumuza çıktık. Ne o tırmanışlar ne de o inişler kalıcı değildi. Tırmanıyorduk, alçalıyorduk ve tam biterken yine tırmanıyorduk. Hiç bitmeyeceğini düşündüğümüz bir dönemde meşhur asfalta ulaştığımızı görünce asfalta sarılmak istediğimizi söylemek isterim.

Geldiğimiz bu nokta toplanma alanıydı. Tüm yürüyüşçüler gelip burada bekledi, yeniden bir kortej oluşturularak marş söylendi ve saygı duruşunun ardından Potocari Anı Mezarlığı’na giden 10 kilometrelik yol kortejle tamamlandı.

Soykırımda yakınlarını kaybeden ailelerle birlikte yürüyorduk. Sağımızda, solumuzda, önümüzde ve arkamızda 14, 15, 18 aile ferdini soykırımda kaybeden anneler, ablalar, kardeşler, şimdi de bebekleri olan kardeşlerini kaybetmişler. Yoldan geçen çoğumuzun bu ölüm yolculuğuna çok genç yaşta çıkmış olduğunu bilmek acı vericiydi. Potocari’ye yaklaştıkça duygularımız yükseldi, günlerdir bastırdığım tüm hislerim mozoleyi görünce hıçkıra hıçkıra ağlamak şeklinde ortaya çıktı.

Ormandan geçerken ölenlerin burada yaşadıkları fikri, karşılaştığımız eski kıyafetlerin kaçanlarla ilgili olduğunu öğrenmesi ve ağaçtan sarkan çiçekli bayan elbisesinin taşması gereken son nokta oldu. Müslüman bacımızın elbisesinin bir ormanda veya ağaçta sallanması hepimize ayıp olması suratımıza bir tokat oldu. Tüm duyguları bastırdık. Yeterince yanında olamamanın, yardım edememenin, koruyamamanın derin suçluluğu altında bitirdiğimiz yolun sonunda, bütünü yok edecek çığlıklarla dolup taşan ağlama isteğimi durduramadım. taht. Normalde çok ağlayan bir insan olmamama rağmen ne yaparsam yapayım ne hıçkırıklarım ne de gözyaşlarım durmuyordu. Yanımda yürüyen, soykırımda yakınlarını kaybeden aileler bana sarılıp teselli ettiler. Bu teselliye daha çok ağladım. Kortej anıtın önünden geçerken karışık duygularla kalabalığa karıştık. Tek hatırladığım, ailelerinizin bana sarılıp “Ağlamayın burada onlar şehit, bizimle olduğunuz için minnettarız” dedikleri. onun sözleriydi. Programın sonunda mozolede oturduk ve yarın defnedilecek 30 kişi için hazırlanan yeni kazılmış mezarları aileleriyle birlikte mozolede bir köşede oturup uzun süre izledik. Sadece ağlamak ve yüksek sesle ağlamak istiyordum. Tüm yaşama isteğim gitti; Kıyametin çabuk kopacağı, tüm kuralların adil olacağı ve tüm acıların sona ereceği hissi vardı.

Anıtta uzun bir bekleyişin ardından yarınki son programa katılmak ve dinlenmek için kamp yerimize gittik. Duygusal olarak o kadar kötü bir ruh halindeydim ki o gece kimseyle konuşmak istemedim. Çadırımı kurup ihtiyaçlarımı giderdikten sonra çadırımı kapatıp bir daha dışarı çıkmadım ve sabahın ilk ışıklarına kadar sessiz gözyaşlarımı tutamadım. Canım acıyordu. Acılarım karşısında kendimi çaresiz hissettim. Sanırım tüm katılımcılar bu ve benzeri duyguları ilk yürüyüşlerinde istemsizce yaşamışlardır. Her şeyin anlamsız olduğu inancıyla sabahı uyumadan geçirdim.

Yine çadırlarımızı ve eşyalarımızı toplayıp araçlara teslim ettik ve kahvaltının ardından gerçek yoldan mozoleye gittik. Anıtkabir’e vardığımızda, Bosna Hersek’in doğusundaki Srebrenica’da 1995 soykırımının 30 kurbanının, bulunan kemiklerin DNA tespitlerinin ardından yeşil beze sarılı tabutlara gömülmek üzere Potocari Anıt Mezarlığı’na getirildiğini gördük. 28 yıl sonra. Her tabutun başında yaslı bir aile oturuyor ve gözyaşı döküyordu. Yanlarına sessizce oturduk, hepsine tek tek taziyelerimizi ilettik, ellerinden tutup kucaklaştık. Bir annenin önüne bırakılan bir avuç kemiğe “oğlum” diye sarılmasını nasıl anlatabilirim? Tam 28 yıl sonra bir avuç kemikten oluşan tabutun içinde “oğlun yalan söylüyor” denilir ve o anne o gün ilk kez oğlunu kaybetmiş gibi tabuta sarılıp ağlar. Oğlunun saçlarını okşarcasına tüm şefkat ve özlemiyle tabutu okşuyordu. Uzun süre annemizden ayrılamadık.

Aslında bu anlarda, bu törenle her yıl ailelere aynı acıları defalarca yaşatmanın ne kadar gerçek olduğunu, yaslı ailelerin bayram boyunca güneşten ve sıcaktan korunacakları bir ortamın olmamasını gözlemledik ve konuştuk. anma programı ve anma programındaki birçok eksikliğin kolay analizlerle giderilebileceği. Ben de bu bölümleri Türkiye’deki birçok yetkili kurum ve kuruluşla paylaşmak için notlar aldım ama anma programı siyasetçilerin anıta çiçek bıraktığı bir törenden ziyade bir tören; Ailelerin acılarını rahat, sakin ve sessizce yaşayabilecekleri bir ortam da oluşturulabilir. Muhtemelen tabutlar dizilince daha yeterli bir görüntü elde edilebiliyor ama bu süreçte uzun bekleyişler, acılı aileler zor koşullarda bekliyor vs. yas tutan anne Nitekim anma programı sırasında da onaylamadığım birçok gözlemim oldu. Protokol cenaze namazını gölgede kılıp gölgelik alanda seyredip programı tamamlarken, yaslı ailelerin ve insanların saatlerce güneş altında beklemesi ve sorun yaşaması adil değildi. Elbette bu benim kişisel görüşüm, kimsenin katılmasını beklemiyorum ama anma programında yer alan birçok prosedürü doğru bulmadığımı belirtmezsem gözlemlerimi tam olarak aktarmış olamam.

Anma programı, defin işlemleri, ailelerle yapılan sohbet ve taziye konuşmalarının ardından ülkemizi temsilen orada bulunan Efkan Ala Bey ile sohbet ettik.

Ardından soykırımda öldürülen insanlarla ilgili eşyaların sergilendiği müzeyi zahmetli bir şekilde gezdik ve Potocari’den doğruca ilk buluşma noktamız olan Bosna Bascarsija’ya gittik. Uzun ve düşünceli bir yolculuktan sonra Başçarşı’ya vardığımızda grup arkadaşlarımızın hep bir arada yaşadıkları ve hiçbir zaman modern bir hayat içinde yaşamadıkları, hep ormanların içindeki çadırlarda; Fotoğraf çekimleri, sarılmalar ve veda konuşmaları ile ayrıldık. Gelecek yıl tekrar gitmek için şimdiden adımı listeye koydum. Orada şahit olduklarımdan sorumluyum ve bunu bir problem olarak gördüğüm için analiz adına adımlar atmaya başladım. İmkanlar doğrultusunda kendi çapımda yapabileceğim tüm katkılarla Marş Mira’da yer alacağımı umuyorum.

MARŞ MİRA Türkiye NE YAPIYOR!..

Marş Mira Türkiye Başkanı Tahir Caner BEŞOK ile yaptığım röportajı ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum.

Orada yaşadıklarımızı anlamanız için mutlaka bunu yaşamanız gerekiyor. Okuduktan sonra 2024 yürüyüşüne katılmayı düşünürseniz benimle iletişime geçebilirsiniz, seve seve gerekli yönlendirmeleri yapıp edindiğim tecrübelerle yardımcı olmaya çalışırım.

seni tanıyabilir miyiz

Tahir Caner BEŞOK, 39 yaşındayım, İstanbul’da doğup büyüdüm. Aslen baba tarafından Trabzonlu, anne tarafından Gümüşhaneliyiz. Yaklaşık 10 yıldır Vodafone’da çalışıyorum, 15 yıllık iş tecrübem var. Davet kısmı üzerinde çalışıyorum. Vodafone’da yazılım grup lideriyim. Trekking’e March Mira dışında hiçbir aktivitem veya ilgim yok. March Mira 2014 yılında başlayan ve bende misyon olarak kalan bir aktiviteydi.

Marş Miraş’a ilk kez neden ve nasıl katıldınız?

İlk çalışmaya başladığımda KoçSistem şirketinde çalışıyordum. Bir iş günü arkadaşım geldi ve “Bir belgesel izlemiştim, çok etkileyiciydi, beraber izleyelim mi?” söz konusu. Böylece dört arkadaş o gün öğleden sonra belgeseli izledik ve inceledik. Vedat Atasoy’un İZ TV için hazırladığı belgeselden bahsediyorum. Orada Saraybosna kuşatmasından, Bosna Savaşı’ndan ve Srebrenica’dan bahsediyordu. Mart Mira 2012’ye ait görseller ve bununla ilgili bilgiler de vardı.

Mart Mira yürüyüşünü internetten araştırmaya başladık ama detaylı bilgi bulamadık sadece günleri biliyorduk. Biletlerimizi dört arkadaş aldı ve gitmeye karar verdi. Hiçbir bilgimiz yoktu, başımıza ne geleceğini bilmiyorduk. “Yürüyüş sırasında muhtemelen eşyalarımızı taşıyacağız” diye düşündük. “Artık böyle yapacağız” diyorduk. Dördümüz gittik, Nezuk kampına geldiğimizde orada farklı insanlarla tanışmaya başladık.

Sancak bölgesinden bir Boşnak kümesi bize çok yardımcı oldu. Eşyalarımızı araçlarına verdik ve o kadar yürüyüş yaptık. İlk yürüyüşümüz olması bizim için çok etkileyiciydi. 4 arkadaşla o yürüyüşte en ağır duyguları yaşadık. Benim için en etkileyici yürüyüş o ilk yıldı. Ne yiyip ne içeceğimize dair hiçbir bilgimiz yoktu, 4 gün boyunca ekmek ve konserve yiyeceklerle beslendik. Ortada Boşnak grubun bize ikram ettiği sıcacık çay ve sıcacık çorba kulağa çok hoş geldi, doğrusu onun hafızası çok farklı. Onlar sayesinde yeterince dostluk kurduk.

Şu anda takımda olan ve bize her türlü desteği sunan Mirza ile ilk kez o zaman tanıştık. 3. gün Potocari’deyken namaz kılmak için eşyalarımızı bir yere koymamız gerekiyordu. Tanıştığımız üç Türk kadını grubu var, Mirza diye biri var; Eşyalarımızı onlara bıraktık, onlar da bırakın dediler, Mirza ile böyle tanıştık. 3 gün aç kalacağımızı düşündük hatta yanımıza çikolata vs aldık, elimizdeki çikolataları çocuklara verdik. O zaman anladık ve gördük ki yolumuzu gözetleyen, bizi karşılayan çok çocuk var. Yapamadığımız için üzüldük. Dönüş yolunda Potocari’den sonra yazılımcı olduğum ve web siteleriyle de ilgilendiğim için bu konudaki farkındalığı artırma fikriyle marsmiraturkiye.org’u kurduk. Bosna’da resmi olan marsmira.org’un Türkçe versiyonunu marsmiraturkiye.org olarak yaptık.

Aslında kadroya geri dönmeye hiç niyetimiz yoktu ama ertesi yıl kendi arkadaşlarımıza bundan bahsettiğimizde birbirimizi tanıyan sadece 18 kişiydik. İlk yıl Türkiye’de oluşturduğumuz siteden iki arkadaş aramıza katıldı. İkinci yılımızda Mirza bize dışarıdan yardım etti. 3. yıldan sonra Mirza ve kuzenleri bizimle taşınmaya başladı. Aslında bu yıl gördüğünüz fırsatlar yavaş yavaş şekillenmeye ve gelişmeye başladı. Biz onlardan bir şey istemedik ama her sene yemek, duş, tuvalet ekleyerek bize imkanlar sağladılar. Açıkçası Mirza ve kuzenlerinin desteği olmasaydı bu kadar ilerleyemezdik.

Yıllar içinde büyüdük, insanları bilgilendirmek için de hedefler koyduk, 250-300 kişi olalım. Pandemi öncesi hızlı bir şekilde 180 kişiye ulaştık ve pandemi olmasaydı muhtemelen daha da büyüyecektik. Pandemi sonrası 1-2 yılda sayımız 50 kişiye düştü. Bu yıl 100 kişiyiz. Seneye ne yaparız, kaç kişi oluruz bilmiyorum ama bir şekilde devam edeceğiz; çünkü süreklilik çok değerli.

Bu süreçte ayrıca birçok ekibe, dağcılık federasyonuna, İHH’ya, Kızılay’a ve birçok kuruma bilgi verdik. Bu anlamda farkındalığı artırdığımızı düşünüyorum. Bundan sonraki motivasyonum da gördüğünüz gibi bunun sürekliliğini sağlamak ve oradaki çocuklarla bağımızı koparmamak. Sadece grubumuz hediye dağıttığı için her yıl bizi bekliyorlar. Umarım farklı gruplar gelir ve bizden daha fazla takviye verir, bizim yaptığımızın 3-5 katı.

Aslında bunu yıllardır bekliyordum. Maalesef devamlılığı olan, bayrağı devredeceğimiz bir takım göremedik. 1-2 defa gelen grup arkadan gelmeyi bırakıyor. Bir orta hindi izci geldi, iki yıl çok güzel katıldılar, lokmalarda dağıttılar sonra yok oldular. Büyük STK’ların sürekliliği yoktur. Her yıl 100-150 kişi katılım gücü olan STK’lar gelsin. Bizim yaptıklarımızdan daha fazlasını yapma gücüne sahipler. Oradaki tüm çocuklara ve yetişkinlere ikram dağıtabilirler.

En büyük sorun Türkiye’den gelen grupların devamlılığının olmaması. Türkiye Dağcılık Federasyonu geçen sene veya bir önceki sene geldi. Burada başkanın yanındaydılar. Bilgi verdik, sürekliliğin önemini anlattık, ‘Geleceğiz, her sene buradayız’ dediler ama hiçbiri devamlılığı sağlamadı.

Türkiye’den gelen katılımcıların böyle bir sorunu var. Gelen gruplara bu işi anlatıyoruz ve bir şekilde o an konuşuyorlar ve bir daha gelmiyorlar bu da şevk kaybına ve bıkkınlık yaratıyor.

Aynı can sıkıntısı Boşnaklar arasında da var. Mesela ilk yıllarda bizimle gelen bir hastane sahibi vardı, 2-3 sene bizimle geldiler. Geçen sene yürüyen koordinatörlerden Muizittin Bey geldi. Muizittin Beyefendi battaniye vs. ihtiyacımız var deyince hastane sahibi bir konuşma yaptı. Oraya vardığımızda hiçbir şey yoktu.

Sonra yine bir vakıf yanımıza geldi ve onları çok ciddiye aldık. Mirza ve kuzenleri Bosna’daki durumu anlatırken ağladılar. Onlar da ortadan kayboldu. Maalesef en büyük sorun bu anlatıyorsunuz ama devam etmiyor.

Ben ve Boşnaklarda “neden size söylüyoruz” durumu oluyor, yine bir şey çıkmıyor ve yoruluyoruz. Ne yazık ki, bu hayal kırıklığını yıllardır yaşadım. Türkiye’den gelen kümeler 3-5-50 kişi ne olursa olsun katılmak zorunda.

Buraya geldiğimden beri 10 yıldır buradayım, US AID Kuruluşunu görüyorum. Her yıl gelirler; Muz, su, elma mutlaka bir şeyler dağıtır ama mutlaka her sene atlamadan gelirler. Türklerimiz “Amerika’nın burada ne işi var, neden buradalar, neden muz dağıttılar?” Diyorlar ama biz neredeyiz, neden değiliz? düşünmek yok Elin Amerikalısı her yıl buraya gelip o muzları, o suyu dağıtırken neden bizden bir şey yok? Bu anlamda çok eksiğimiz olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Türk kuruluşları olarak yapacak çok işimiz var.

March Mira’da Türkiye olarak eksiklerimiz ve katkılarımız neler? Gözlem ve deneyimlerinizden yola çıkarak bu bahiste neler söylemek istersiniz?

Bu yürüyüşe ara vermeden katılmamız, her yıl bu kümelenmelerde yer almamız gerekiyor. Mesela bu seneyi ele alalım, artık bildiğiniz üzere bu senenin yarısı kümeler halinde etrafımızda geçti; O insanların kendilerinin bir şeyler yapması, birilerini getirmesi, on yaşında elli olması ve bu sürekliliği bir formda sağlaması değerlidir. Devam etmek zor bir şey değil, bizi görüyorsunuz, bu yüzden bedeli ne olursa olsun paylaşıyoruz, organize oluyoruz ve isteyerek başarıyoruz, eş olmadan. Vaktimizi harcıyoruz, biz yapabiliyorsak o kümeler de kolaylıkla yapabilmeli yani o kadar da zor değil.

Aslında katkı sağlamamız gereken birçok nokta var. Türkiye’den gelen izcilerin iki yıl boyunca Türk ve Boşnak bayraklarıyla yürüyüp çörek dağıttığını görünce çok sevindim ama ertesi yıl çok küçük gruplar halinde birleşip tribünlerini küçülttüler.

Ama son yıllarda Kızılay’ın çabasının biraz arttığını da belirtmeliyim. En azından şimdi çadır kuruyorlar ve bu yıl işçi desteği de verdiler. Üç dört yıl öncesine kadar Kızılay yoktu. Kızılay’ın çabalarının artırılması gerekiyor, özellikle Kızılhaç ekibine destek olması gereken noktalar var.

Bu arada Kızılhaç ekibi hakkında da biraz bilgi vereyim. Başta Tuzla Kızılhaç olmak üzere Bosna’nın Müslüman bölgelerinden, orada çalışan hemşire, veteriner, doktor vb. Onlar da bizim gibi 2014’te başlayıp bu noktaya getirdiler. Kızılhaç işçilerinin Mart Mira yürüyüşü sırasında taşıdıkları sırt çantaları makul donanıma sahipti. Bu temeli de kendi imkanlarıyla sağlıyorlar, devletin sağladığı bir menfaat yok. Tuzla’daki Kızılhaç ekibinin koordinatörü ile görüştüğümde ihtiyaç listesi verdiler ve sizlerin de desteğiyle sağlayabilirsek çok iyi olur dediler. Çevremizdeki doktorlara ve sağlık çalışanlarına bildirdik ancak bir sonuç alamadık. Kızılay’ın bu konuda Kızılhaç’a destek vermesi ve doktor getirmesi uygun olacaktır. Örneğin geçen yıl İranlılar elli doktor gönderdiler.

Bu yıl yoktular ama o elli doktorla ciddi misyonerlik çalışmaları da yaptılar. Mart Mira komitesi de yanlarında insanlara verdi, yeri İran bayraklarıyla süslediler. Neden aynısını yapamıyoruz? Neden o İranlıların yaptığını Türk Kızılayı’nın doktorları yapamıyor?

Son yıllarda gördüğüm kadarıyla İran Mart Mirası aracılığıyla çok önemli misyonerlik çalışmaları yürütüyor. Bu noktalarda meydanı boş bırakmamak lazım ama çok da önemsemeyiz, çok da ciddiye almıyoruz. Türkiye olarak Bosna’yı daha çok takip etmemiz ve desteklememiz gerektiğini düşünüyorum.

İnsanlar bu yürüyüşte biz Türkiye’den ne bekliyor?

Aslında pek bir beklentisi yok. Onlarla birlikte olmak onlara memnuniyet verir. Türk bayrağını görünce bayrak istiyorlar, Türk bayrağını beğeniyorlar. Bu nedenle yanlarında olmak, bayrak dağıtmak, yaşlıların iyiliğini istemek, çocuklara hediye vermek için kolay yollar yeterlidir. Ancak daha ileri düzeyde yapılabilecek çok kolay şeyler de var. Bizden beklentiler açısından Kızılhaç ekibine sahra çadırları ve ilaç takviyesi için bir battaniye desteği sağlayabiliriz. Tıpkı US AID organizasyonu yani yolda yürüyen Amerikalılar gibi ihtiyaç sahiplerine dağıtım yapabiliriz. Bunlar çok kolay yapılabilir, mutlaka böyle şeyler yapmalıyız. Bunu ciddiye almamız ve burada takviyemizi göstermemiz değerlidir.

Yani Srebrenica soykırımının bir görüntüsü bile var, malumunuz zamanında halkın; Sırp komutan “Türklerden intikam almanın zamanı geldi” der ve binlerce insanı katleder. Bu insanların bu coğrafyada Türklüğü ve İslam’ı benimsediklerini ve bu sebeple zulüm gördüklerini biliyoruz. Bu yüzden onların tek destekçisi olduğumuzu söyleyebiliriz. Sırpların arkasında Ruslar, Hırvatların arkasında Almanlar var. Türkiye’nin Bosna’nın arkasında olduğunu her zaman göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Kendilerini yalnız hissetmemeliler ve Mart Mirası yürüyüşü bunda gerçekten önemli rol oynayabilecek bir yer.

Son söz olarak ne söylemek istersiniz?

Bu soykırımın unutulmaması için elimizden geldiğince Marş Mira Türkiye’yi sürdürmek istiyoruz. Tabii seneye ne yapacağımızı, kaç kişi olacağımızı tam olarak bilmiyoruz, Aralık ayında kesin olacak. Asıl amacımız orada olmak ve sadece çocuklara değil, oradaki yetişkinlere ve gençlere de çocuklara, hatta daha iyi ikramlar sunmaktır.

Bunu yaparken değer verdiğim şeylerden biri de bu işi belli bir gruba aitmiş gibi değil, Türkiye mozaiği ile yürütmek. Bu kısım çok değer verdiğim bir bahis. Bu nedenle çocuk yemek paketlerinin üzerine sadece Türk bayrağı asıyoruz. Başka bir sembol koymamak için çok çalışıyoruz.

Kendi reklamımıza hiçbir şekilde değer vermemeye çalışıyorum. O yüzden bu setin reklamını vs. yapmayı pek umursamıyorum. 5-10-100 kişi olmamızın bir önemi yok yeter ki biz varız. Bu düzende kimsenin bir geliri yok, hepimiz harçlığımızı ve izin günlerimizi harcıyoruz, razıyız.

Motivasyonlarımdan biri, çok fazla konuşmak istemiyorum ama açıkçası kendimi bir misyoner olarak görüyorum. Türkiye’den bir Türk olarak faydalanmak istiyorum. Buradan alacağım hayır anneme ve babama gitmeli ve bir hayır elde etmiş olayım diye düşünüyorum. Burada hariç hiçbirimiz hayır; Ne benim ne de arkadaşlarımın bir beklentisi yok.

O dönem o belgeseli izlediğimizde o Sırp komutanın arkadaşlarıyla birlikte “Artık Türklerden intikam alma zamanı. Sırbistan ile Srebrenitsa arasındayız” gibi sözleri bizi gerçekten çok etkilemişti. Bu sözler, yıllarca devam etmemizdeki en büyük motivasyonumuz diyebilirim.

Yani bu insanlar Türklüğü ve İslam’ı tercih ettikleri için zulme uğradılar. Bu savaş öncesinde ve sırasında onlarla doğru dürüst birlikte olamadık. Bosna’nın İslam’ın Avrupa’daki en uç noktası olduğunu da bilmelisiniz. Bosna’nın Bihaç bölgesi İslam’ın özellikle Avrupa’daki en önemli temsilcisi olup, Osmanlı’nın gittiği en uç noktalardan biridir. O halde bu toprakları terk etmemeliyiz. Bugünlerde Sırpları görüyorsunuz, hiç değişmemişler. Yarın veya ertesi gün savaş çıkmayacağının garantisi yok. O yüzden bir Türk olarak, bir Müslüman olarak bu topraklarda bulunmanın gerekli ve elzem olduğunu düşünüyorum.

Benim yapabildiklerim bunlar, umarım çok daha fazlası hükümet veya farklı kurumlar tarafından yapılır. Kızılay, İHH, AFAD, Diyanet, Ahbap gelir inşallah. Sağ sol fark etmez farklı setler gelebilir ama gelsinler mutlaka burada olsunlar. Bizim yaptığımızın 100 katını yapsınlar. Umarım o günler gelir ama ne yazık ki yıllardır böyle kalıcı bir çaba görmedim. Bu çabayı görseydim; Türkiye’den birçok insanı getirebilecek ve sürekliliği sağlayabilecek Mart Mira yürüyüşüne katılımın kararlaştırıldığını görseydim, belki birkaç günümü Paris’e, Milano’ya falan gitmek için ayırırdım. Ancak şu an tam ortada oturan ve sürekliliği olan bir yapı göremiyorum. Biz bırakırsak bu olmaz. Bu yıl sayemizde birçok grup ve kişi rahat bir kampa ve yürüyüşe katıldı. Dolayısıyla Türkiye’nin bu çabalarını artıracağını umuyorum ve artık rahat edeceğiz.

Desteğiniz, emeğiniz ve katılımcılara kolaylıklarınız için çok teşekkür ederiz. Geldiğim, katıldığım, tanıştığım doğrudur. Kalbinize sağlık. Elimden geldiğince yanınızda olmaya çalışacağım.

Katılımınız ve bize güveniniz için teşekkür ederiz. İnşallah daha da keyifli işler yaparız birlikte

Aynur KARABULUT

AKTİVİST/ BAĞIMSIZ GAZETECİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu